seninde vardı belki geçmişten yaraların iyileştireyim derken kanatırım diye dokunmadım hatta kimin verdiğini hatırlatırım diye var mı yok mu sormadım bile
sonsuz mavilikler altında bir rüyaya daldım anlatamam görmen lazım ben hâlâ bir an bile uyanmadım korktum gözlerimi açmaktan kaçtım gerçekten ama seni her gördüğümde başüstü düşüyorum dünyaya elimde değil denemedim de değil biliyorum bu yaptığım hiç hoş değil önümde tütün kokan sokaklar ve sana dair her anıda bana acı veren bir yan var
insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine ardında dünyalar ışıyan camlar dururken duvarlara dalıp dalıp gitmesi türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek birdenbire büyümesi gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun insanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi
sonra bir bakıyorsun tüm çabaların sonunda elinde tek kalan morarmış eller ve gözaltları biraz çürümüş ciğer ve yalnızlığın, insanların kalın paltolarını giyip üç deyince seni terk etmeleri kalmış sana
kaç kere susayım dedim kaç çiçek öldürdüm odamın zehirli atmosferinde çıkarmayayım dedim bu her şeye dertlenen zavallı başımı dışarı her seferinde bahara yenildim kapıldım yalandan cıvıldayan kuş seslerine onların derdi cam önündeki begonya cesetleriymiş ne bilirdim!
insanlar taş gibi bana yabancı ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarda bir tanbur bir yalnızlığı anlatıyorsa o ışıksız pencereden ben onu duymuyor gibiyim bir ağaç ölüyorsa kapınızın önünde ben onu bile duymuyor gibiyim bu şehirden gidiyorum gömerek geceyi içime sabahın hüznünü beklemeden gidiyorum bu şehirden
artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar hatıralarımı birer birer yakacağım entarimi parça parça edip zehirli kirpilere bırakacağım beyaz bir kayanın üstüne çıkıp göğsüme siyah bir gül takacağım batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp kendimi boşluğa bırakacağım ayaklarımın altından geçıyor bir deniz ben bir küçük kızım ben bir deli kızım siz beni ne anlarsınız siz artık ben gideceğim atım kişniyor bir bebek mum istiyor bir ölü şarkı istiyor ben günah kadar beyazım o tevbe kadar kara
karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında öyle çok yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yokettim ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim
ard arda kaç zemheri kurt uyur kuş uyur zindan uyurdu dışarda gürül gürül akan bir dünya bir ben uyumadım kaç leylim bahar hasretinden prangalar eskittim saçlarına kan gülleri takayım bir o yana bir bu yana seni bağırabilsem seni dipsiz kuyulara akan yıldıza bir kibrit çöpüne varana okyanusun en ıssız dalgasına düşmüş bir kibrit çöpüne
zamanla anlıyorsunuz insanların kavgaları sizinle değil gerçekleşmemiş kişilikleri sevilmemiş çocuklukları başarılarla gizlemeye çalıştıkları özdeğersizlikleriyle,kötü tavrı kişisel almayın siz bu savaşın sadece nesnesisiniz bazen gerçekten tek sorun öznenin kendisinde