Çocukluk yaşlarımdan beri duymaya başladım O’nun ismini; “Ulu Önder” diyorlardı. İlkokula başladım, okul duvarlarında, kitapların ilk sayfasında gördüm resmini ve ismini. Yıllardır öğrenmeye çalıştım O’nu ve O’nun hayatını. Ama her defasında 1881 yılında başlıyordu bize anlatılanlar ki hala da bu şekilde sürüp gitmekte. Ancak kimse ayrıntılarına girmiyor bu işin, hikâyenin bir insanın hayatını bilmek önemlidir; ancak bir insanı tanımak, onu anlamak ise ayrıntılarda gizlidir. Mustafa Kemal’i tanımak demek O’nun 1881 yılında doğduğunu,1938 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda öldüğünü ve bu süreç içerisinde hayatında neler olup bittiğini bilmek değildir. Mustafa Kemal’i anlamak için onun fikirlerine girmek gerekir. Kendimizle O’nun düşüncelerini özdeşleştirmemiz ve aynı zamanda empati yoluyla kendimizi O’nun yerine koymalıyız ki Mustafa Kemal’i anlamak ise ancak bu yolla olabilir. Atatürk’ün düşünce ve fikirlerini özümsediğimizde ve bunların hangi sebep ve durumdan ötürü oluştuğunu bildiğimizde O’nu anlama daha kolay olacaktır. Mustafa Kemal, kendisini anlamak isteyenlerden bunu istemiştir. Elde avuçta yokken koskoca bir Cumhuriyet yaratan, daima ileriyi hedefleyen ve bunun için hayatının her aşamasında Türkülüğü ve Türk olmanın gururunu yaşayan, yaşatan ve bunu tüm insanlığa ifade eden bu insanı bir Türk olarak anlamak elbette çok kolay olacaktır. O’nun cümlelerinde bulmalıyız kendimizi, O’nun kaleminden çıkan satırlarda kaybetmeliyiz ümitsizliğimizi. Aslında baktığımızda da kendisi bize hep yardım etmemiş mi O’nu anlamamız için? “Ey Türk Gençliği” diye başlayan “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’’ diye biten kelimeler çizmemiş mi yolumuzu? Çok da zor olmasa gerek, bizim için, vatanımız için her daim çalışan bu insanı anlamak değil mi? “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.” (M. Kemal ATATÜRK)